Günümüzde Orta Doğu, jeopolitik çekişmelerin en yoğun yaşandığı bölgelerden biridir. Bu bağlamda, Foreign Policy dergisinde yayımlanan bir makale, İsrail'in bölgesel güç olma iddialarının zayıfladığını ve bu durumu daha geniş bir çerçevede ele almanın gerektiğini öne sürüyor. Makaleye göre, İsrail’in askeri gücü ve teknolojik üstünlüğü, onu bir güç merkezi haline getirmiş olsa da, iç ve dış politika dinamikleri bu avantajları gölgede bırakıyor. İsrail'in stratejik planlaması, tarihsel ve coğrafi zorluklarla karşı karşıya kaldığında, bölgedeki diğer aktörlerin hızla gelişen güç yapılarıyla karşılaştırıldığında daha az etkili hale geliyor.
İsrail'in bölgede dönem dönem sürdürdüğü politikalar, karşıt görüşler ve siyasi sonuçlar doğurmuştur. Özellikle son yıllarda, terörle mücadele adı altında yürüttüğü askeri operasyonlar, sadece komşu ülkelerde değil, aynı zamanda kendi toprakları içinde de büyük tartışmalara neden oldu. Bu durum, Yahudi devletinin uluslararası alandaki itibarını z weaken ve bölgedeki müttefikleri tarafından da sorgulanmaya başlamasına yol açtı. Örneğin, ABD'nin Ortadoğu'daki stratejik çıkışları, İsrail'in geleceğini doğrudan etkileyen bir unsur haline geldi. Bu tür ilişkilerde meydana gelen dalgalanmalar, bölgenin dinamiklerini ve gücünü dengelemek için hayati öneme sahiptir.
Diğer yandan, İran'ın yükselişi ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin giderek daha bağımsız bir dış politika izlemeleri, İsrail için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Suudi Arabistan, özellikle genç lideri Mohammed bin Salman döneminde, daha pragmatik bir yaklaşım benimsedi. Bu, İsrail’in bir tür "normalleşme" anlaşması içinde olabilme şansını artırsa da, aynı zamanda Suudi Arabistan'ın İsrail'in bölgedeki hegemonya iddialarına karşı durma noktasına getirdiği bir zorluk olarak da görülmektedir. Bu durum, İsrail'in bölgesel güç iddialarını sarsan önemli bir faktör haline geldi.
Makalenin öne çıkardığı bir diğer önemli nokta ise, İsrail’in gelecekteki güç stratejisini belirlemek için işbirliklerini gözden geçirmesinin zorunlu hale geldiğidir. Özellikle Arap ülkeleri ile ilişkilerin normalleşmesi, potansiyel bir işbirliği fırsatı sunarken, aynı zamanda rekabeti de beraberinde getiriyor. Bu süreçte, Filistin meselesinin çözümü ve bölgedeki çatışmaların sona erdirilmesi gerektiği vurgulanıyor. yalnızca askeri güç ile değil, aynı zamanda diplomatik zeminlerde de güçlü bir varlık göstermenin faydalı olacağı net bir şekilde belirtiliyor.
Ayrıca, uluslararası toplumun bölgedeki barışı sağlama konusundaki isteksizliği, İsrail'in yalnızca askeri güce dayanarak uzun vadeli bir strateji oluşturma imkânını sınırlıyor. Barış süreçlerine dahil olmak ve uluslararası toplumla iş birliği yapmak, ülkenin hem iç hem de dış politikada daha stratejik hamleler yapabilmesi için gereklidir. Dış ilişkilerde yaşanan belirsizlikler ve düşmanca tutumlar, İsrail'in uluslararası arenada karşılaştığı zorlukları artırıyor.
Tüm bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda, Foreign Policy'nin analizinin son derece önemli olduğu anlaşılmaktadır. İsrail, geçmişteki askeri başarılarına ve teknolojik üstünlüğüne güvenerek, bölgedeki aktörlerin dinamiklerini göz ardı etmemelidir. Aksi takdirde, bu durum sadece İsrail'in değil, aynı zamanda Orta Doğu'nun genel güvenliği için de büyük bir tehdit unsuru haline gelebilir. Bu bağlamda, Türkiye’nin ortaya koyduğu politika ve stratejilerle bölgesel dengeyi sağlama çabaları da göz ardı edilmemelidir. Türkiye, oldukça karmaşık ve dinamik yapıya sahip olan Orta Doğu'da, İsrail’in gelecekteki bölgesel güç olma hayallerine karşı önemli bir denge unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle, Orta Doğu’nun gelecekte barış ve istikrar içinde bir arada yaşaması için çok yönlü ve kapsayıcı politikaların geliştirilmesi gerekmektedir.